24 Mart 2010 Çarşamba



Ohh Be! Sonunda Bahar Gerçekten Geldi…

Şu gurur ne menem şeymiş ya. Kırdığını, üzdüğünü, canını yaktığını bildiğin halde bir adım atmayı engelleyecek kadar kötüleştiriyor seni. Sanki özür dilense, hadi özür direk dilenmese bile gönül almaya çalışma –ki bu bile bir çeşit özürdür- seni alçaltacak veya onursuz, gurursuz yapacak.

Özür dilemek, kavgada alttan almak insanın olgunluğunun göstergesidir. Hani “ kavgada bile söylenmez” denilen cümleler sarf edilmez birbirini seven insanların arasında. Asıl kalpleri kıran, ilişkiyi çıkmaza sokan budur.

Neyse ilk defa bu kadar uzadı bu süreç. Bu nedenle bahar gelmemişti bizim eve. Herkes mutsuz, huzursuzdu. En çok Can’ım ve Naz’ım etkilendi sanırım. Can gerginlik gecelerinde altını ıslattı, Naz o çok sevdiği öğretmeni ( Gügün Hocası) bir kere kızdı diye çok korkmuş ve hıçkırıklara boğularak ağlamış, anlam verememişler. Ve beni aradılar durumu anlatıp bilgi verdiler. Bunun üzerine çark ettim. Neyin mücadelesi, neyin gururu… Gene ben ilk adımı atınca O’ndan da adımlar patır patır gelmeye başladı.

Kırgınlıklarımı unuttum mu? Hayır!

Bunun hesabı sorulacak mı sonra?

Hayır, çünkü ben hemen unuturum kötülükleri, neye kızdığımı bile hatırlamıyorum daha sonra. İşte kalpcik kalpcik olan Zühra bu moda girdimi gene herkesle ve kendiyle barışık oluyor. Yine herkesi seviyor, yine lay lay lom edalarıyla hayata devam ediyor.

Çocuğun varsa bu dünyada, kaf dağındaki o havan da, gururun da arkada kalıyor. Yüreğin kaldırmıyor onların üzülmesine ya da aciz kalıyorsun elin kolun bağlanıyor. O farkı görüyorsun. Kimsenin huzuru bozulmasın ama kimse kimseyi de kırmasın. Saygıyı yitirmeyelim, Sevelim sevilelim.

Ohh be sonunda bahar gerçekten geldi…

19 Mart 2010 Cuma

Kırılmış bir kalp...

Bloglarımıza mutlu olduğumuz anlar hep yazılmak zorunda değil dimi? Hepimiz insanız farklı zamanlarda değişik olaylar yaşar bu doğrultuda farklı psikolojilere gireriz. Birkaç gündür kötü günler geçiriyorum. Ruhsal durumum alt üst durumda. Mutsuzum. Ne yapacağımı, nasıl bu durumdan çıkacağımı bilmiyorum.

Kendimle ilgili kararlar vermek istiyorum. Ama bu gücü bulamıyorum. Çocuklarım hissetmesinler diye rol yapamıyorum. Can özellikle hemen etkileniyor ve bu da doğruca davranışlarına yansıyor.

Belki anlatsam “ bu mu sorun” diyenler vardır. Çünkü paylaştığım dostlarım gülüyorlar halime abartıyormuşum. Ama kime göre abartı, kimin kriterlerine göre… Herkes hayatını kendi yaşıyor. Benim çok sevindiğim bir olay başkasına göre sıradan gelebilir ya da beni çok bozan, yıkan şeyler de başkasına yine basit gelebilir. Benim doğrularım bana göre bir başkasının ki kendine. Anlıyorum onlarda iyilik etmek, beni sakinleştirmek adına konuşuyorlar ama olmuyor. Ben daha da öfkeleniyorum.

Keşke duygularımı bu kadar kolay ele vermesem. Düşündüğümü anında dillendirmesem, hemen ağlamasam, çabucak sakinleşsem… Ama bu haller tam benim kişiliğime zıt şeyler. Ben hemencecik yüzümle belli ederim ruh halimi. Özelim de genelimde sosyalimde her şeyim ortadadır.

Kalpcik kalpcik olmak benim hoşuma gidiyor. Herkesi seviyorum, hep mutluluk olsun, eğlenelim, gülelim derdindeyim ben. Ama her zaman böyle olmuyor işte. Şu günlerde dibe vurmuş durumdayım.

Sanırım anlaşıldı sorunumun kaynağı Ori… Çok kızdırdı beni... Çok kırdı…

16 Mart 2010 Salı


Bugün nedense depresif modaydım. Afyon’dan hiç bu kadar sıkılmamıştım. 3. yılımız burada geçirdiğimiz. Çok sık İzmir, Ankara, Eskişehir, Bursa seyahatleri yapmamıza rağmen hiç buradan gitmek istememiştim. Ama bu hafta sonu yapılan Bursa ziyaretinden sonra canım büyük şehirde yaşamak istiyor. En çok istediğim; İzmir Urla’da müstakil bir evde yaz kış oturmak. Deniz kokusunu her an duyabileceğim, istediğimde şehir hayatına kolayca katılabileceğim. Ama genelde sakin, yeşillikli, komşuluk ilişkileri iyi olan bir sitede oturmak. Hayallerim ne zaman gerçekleşecek bilmiyorum. Ama çocuklarım büyümeden istiyorum. Onlar büyüyünce bu kadar izole bir hayatı tercih etmeyecekler çünkü biliyorum.

Bursa gezisine gelince; kız kardeşim Zerrin orada yaşıyor. Onu ve sevgili oğluşu Batuhan’ı görmeye gittik. Bursa’dan ilk defa bu kadar keyif aldım. Çünkü sürekli görmemişler gibi alışveriş merkezlerine gidip koştur koştur alışveriş yapardık. Ama bu kez Bursa’yı Bursa yapan tarihi ve kültürel yerleri gezdik. Çok pişman oldum daha önce neden bunu yapmadığıma. ( Bugün hep pişman olma günüm sanırım.)

Üniversite döneminde tanıştığım ve İzmir’de yaşadığım yıllar boyunca da çok sevdiğim arkadaşlarım ve aileleriyle de görüşme fırsatım oldu. Çok uzun zamandır görüşmemiştik. Zerrin teyzemiz çocuklara baktı biz de böyle bir konfor içinde rahat rahat yemek yeme, eğlenme ve sohbet ortamımız oldu.

Keşke kardeşlerimden herhangi biriyle aynı şehirde yaşayabilme fırsatımız olsaydı. Anneler Zonguldak’ta. Ama Kardeşlerin 5’i de ayrı ayrı şehirlerde. Ne anladım ki ben bu işten. Yılda sadece birkaç kez görüşmemiz olabiliyor. Ne birbirimize ne de anne babaya faydamız yok. Hastalıkta, tasada ve sevinçte duygularımıza uzaktan ortak oluyoruz. Öğrencilik yılarında bundan rahatsızlık duymuyordum ya da böyle bir özlemim yoktu. Ama Eşim uzmanlığı’nı alıp Samsun’a küçücük bir bebekle tayin olup gittiğimde kimsesiz kalmanın, bir kardeş veya anne özlemi duymanın ne demek olduğunu o zaman anladım. İzmir’de de Zeynep vardı çünkü. Zeynep ablam benim. Her eve lazım ve her derde deva cinsten bir abla. Aynı ilde olduğumuzdan bu açlığı hiç hissetmemiştim. Ama artık onlarla olmak istiyorum.

OFFFF! Daha fazla yazamayacağım. Ağlayacağım çünkü…

Naz Çiçek Açtı


Naz kızım baharla birlikte çiçek açtı. Hem de ne çiçek. Naz hasta! Hem de suçiçeği çıkarıyor. Tüm vücudu döküntüler içinde. Bir de kaşıyor garibim çoğunu soymuş. Dr ‘u iz kalabilir dedi, kendime çok kızdım. Suçiçeği aşısı yaptırmadım diye. 2. çocuklara neden üvey evlat muamelesi yapıyoruz? İlk çocuğumuz Can’ın tüm aşıları tam ama Naz’a aynı hassasiyeti göstermedik. Bir de babamız çocuk doktoru… Utanarak söylüyorum bunu. Haaa! Bunu sadece babaya yüklemek istemiyorum. Al çocuğu götür dimi aşıya. Yokkk, her şeyi kocaya bağımlı yaparsak böyle olur işte. Kızım suçiçeği de çıkarır, başka hastalıklarda olur.

Bu arada Kızım Pazartesi bademcik ve geniz eti ameliyatı olacaktı, bu da kaldı. Doktor amcamız “3 hafta sonra görüşelim” o zaman dedi.

11 Mart 2010 Perşembe

“ O Benim Hikâyem Anne”




Bazen istemeden veya farkında olmadan sevdiklerimizi örseleyebiliyoruz. Yok sayabiliyoruz veya yanlış anlayabiliyoruz. Bunu genellikle ön yargılarımızın neden olduğunu düşünüyorum.

Can’a bunu çok yaptığımı düşünüyorum. Hani Can yaramaz, Can yapmaz, Can etmez, Can, Can, Can…

Çok zeki ve akıllı bir çocuk ama bir o kadarda hareketli. Bir işi, ödevini çok zorlamayla yaptırabiliyorum. En az 10 kere “Can hadi başlayalım” demek gerekiyor. Beni şaşırttığında da hemen ödülünü alıyorum zaten.

Dün akşam öğretmeni ödev olarak: “ yarış, kazanma, tavşan, kaplumbağa, tavşan, uyku, ağaç” kelimelerini içeren kendi hikâyelerini yazmalarını istemiş. Masaya oturuncaya kadar zaten bütün enerjim bitmişti. Benim ilk aklıma gelen Tavşan ve Kaplumbağanın Yarış Hikâyesi oldu.

“Hadi oğlum bu hikâyeyi biliyorsun, başla artık” diye yalvardıkça, baktım “ bugün benim doğum günümdü, ama doğum günün olduğunu bilmiyordum” diye bir cümle yazdı. Ben tabi başladı diye sevinirken, ilk cümleyi okudum ve çok sinirlendim. Sonra da sinirle yanından kalktım ve mutfağa gittim. Bir süre sonra yazdığı kâğıdı almış yanıma geldi ama ben çok sinirliyim ya, yüzüne bile bakmadım. Yazık çocuğum kalktı babasına gitti. Babası çok fazla evde çocukların ödevlerine karşmaz yada ben öyle düşünüyorum. Ama fonda bizi dinlemiş ve Can’ın yazdıklarını okuyunca bana doğru gönderilen şu cümleleri duydum:

“ Aferin oğlum kendi hikâyeni yazmışsın. Annen seni yönlendirmeye çalıştı ama sen kendi istediğini yazmışsın. Daha güzel olmuş “

Dumur oldum bir an. Can mutfağın önünden geçerken göz göze geldik ve bana muzurca güldü. Bende yiğitliği ezdirmemek için merak ettiğim halde o an okumadım yazdıklarını.

Sofraya oturulduğunda sessizce gittim hikâyesini okudum oğlumun. Çok güzel yazmış. Çok utandım ve de gururlandım.

Dönüp onu öptüm ve “çok güzel yazmışsın” dedim. Ve hala “ ama başlığını yazmamışsın, şunu yaz, bunu yaz, diye onu yönlendirirken, “ anne o benim hikâyem başlık yazmayacağım” dedi bende gene usulca “ peki” dedim.

Yazının Ana Fikri: Çocuklarımıza fırsat vermeliyiz, onları yönlendirirken kendi fikirlerini uygulamaya koymalarına destek olmalıyız. Ama birçoğumuz mükemmeliyetçi olacağız diye kendi doğrularımızı yaptırtmaya çalışırız.

Not: Can yukarıdaki resimde sandalye altında ders çalışıyor. Bu şekilde o kadar çok kare var ki. Sanırım ilerde gayet eğlenceli, mizah duygusu yüksek bir şahsiyet olacak kendileri....


8 Mart 2010 Pazartesi

Çok Yorgunum….




Yorgun, dinlenememiş, tırnakları kırık kırık, ruh hali yorgunluktan gri vs. Bugünkü halim böyle özetlenebilir. Sadece uyumak ve masaj istiyorum. Hafta sonu evde boya telaşı vardı. Kış günü nerden çıktı bu boya, ya da daha erken değimli? Gibi sorulara karşılık verilen cevaplarım aynı: Evdeki eşyaları yenilemek isteyince böyle bir işe kalkıştık. Ama boya bitti, Ori’yle bende bittim. Boya yapanlar ne kadar temiz çalışırlarsa çalışsınlar yine de ev batıyor. Hele de evde eşya varsa…

Boya kazımaktan tırnaklarım ve parmaklarım mahvoldu. Şu anda bunları yazarken bile klavyeye dokunurken parmaklarım acıyor. Güya evimize her gün bir bayan geliyor. Ama gördüm ki, hiç kimse senin kadar evine özenmiyor ve sahiplenmiyor. Ev rezalet kirliydi. Ama suç bizde rica etmekle kadın çalıştırılmıyor. Adam çalıştırmak bir meziyet gerçekten. Ya susacaksın görmeyeceksin bazı şeyleri, ya da oturacaksın kendin yapacaksın her işini. Biz 1.sini seçiyoruz ama yinede huzursuz oluyoruz. Mümkün mü bu tempoda bi de ev işleri? 2 afacan ve bol hareketli çocuk, evde her şeyi hazır isteyen bir koca, çalışan bir kadın. Olmuyor işte. E e kadınlar da işte bu kadar yapıyor temizliği.

Neyse… Çok uzatmadan kısaca evde yapılanları anlatayım. Koltuklar alındı, duvarların bir kısmı duvar kâğıdı kaplanacak bugün, plazma duvara monte ediliyor. TV ünitesi alındı. Masa sandalyeler de değişti. Halı seçildi ama henüz alınamadı. İşte bu kadar… Kocacım coştu bu aralar. Ben de ses çıkarmıyorum bakalım nasıl olacak sonunda….
Related Posts with Thumbnails