27 Nisan 2010 Salı


İzin alınarak 22 Nisan Perşembe sabahı Batı Karadeniz’e doğru yola koyulduk. Yaklaşık 5 saat süren yolculuğun sonunda Zonguldak Devrek’te mola verildi. Annemler orada yaşıyor. Çok hazırlanmış annemle babam. Çok mutlu ve heyecanlıydılar. Hele babamın bize hizmeti görmeye değerdi. Ama annelerde fazla kalınmadı Hemen Zonguldak Merkez’de oturan abimler için tekrar yola koyulduk.

Abimlere çok uzun zaman olmuş meğer gitmeyeli. 3 gece 4 gün süren tatilimiz gerçekten çok eğlenceliydi. Bursa’dan Zerrin Kardeş ve oğlu Batuhan’da bizimleydi. Hem çocuklar hem biz büyükler oldukça keyifli zaman geçirdik.

Tatilin ilk gününde erkenden kalkıldı. Milli bayramları bilmeyen benim çocuklarıma ( Çünkü tüm bayramlarda el öpülür, şeker toplanır diye biliyordu benim çocuklarım) 23 Nisan Çocuk Bayramının kutlanış törenlerini göstermek amacıyla stada gidildi. Törenin akabinde çocukların mutlu olabileceği aktivitelerin ardından Karadeniz Ereğli’sine gidildi.

Ereğli Zonguldak’a yaklaşık 1 saat uzaklıkta çok şirin bir ilçe. Manzarası kart postallık olan güzel bir yol ile bağlanılıyor Ereğli’ye. Denizin ve mavinin birleştiği, gökyüzünün ağaçlardan görünmediği bir yol. Havanın güzel olması da ayrı bir şanstı. Sahili çok güzel Ereğli nin. Tam bir sayfiye yeri. Sahil boyunca yapılmış tüm parklar, cafeler, restoranlar tıklım tıklımdı. Bir taraftan halk dansları gösterileri devam ediyordu.

Cehennemağzı Mağaralarını daha önce görmemiştim. Gördüm. Zonguldak resmen mağaralar şehriymiş meğer. Kömür madenlerinden altı delik deşik olan şehrin mağaraları da oldukça ünlü.

Meşhur Ereğli pidesini de yedikten sonra Ilıksu’da verilen çay molasıyla akşam ettik.

Ertesi gün de Bartın, Amasra tarafına gidildi. Amasra ya her gidişimde vuruluyorum bu şirin sahil ilçesine. Manzara müthiş, hava müthiş, kalabalık müthiş kısaca her şey müthişti. Yenilen meşhur Amasra Salatasıyla içilen rakılar, yenen balıkların tadı kaldı damaklarımızda. Kısa süreli tatil nedeniyle her yer çok kalabalıktı. Gün batımında içilen kahvelerin ardından tekrar Zonguldak’a dönüldü.

Ertesi gün tekrar annemlere kahvaltıya gidildi. Oradan Afyon’a doğru devam eden yolculuğun sonunda valizlerin boşaltılması, kirlilerin yıkanması, çocukların banyolarının yaptırılması derken gece sızmışım resmen…

Ama çook eğlendim. Keyif aldım. İşte böyle…

Şimdiki hedefim 19 Mayıs’ta program yapılması…



Kına Gecesi...



23 Nisan Bayramının vesile olduğu 4 günlük tatili de bitirdik. Bugün geldik işimizin başına oturduk. Tatil çok iyi geldi.

Tatilin başında sevgili Naz’ın 23 Nisan nedeniyle kreş olarak hazırladıkları sergileri ve dans gösterileri de çok güzeldi. Minicik çocukların kalabalığın karşısında dans etmeleri çok güzel bir duygu. Acayip duygular kaplıyor insanın içini. Naz’a göre bu küçük bir gösteriymiş, asıl büyüğü 14 Mayısta imiş. Yılsonu gösterileri…

20 Nisan 2010 Salı


Kızım artık bana arkadaş. Zaten bana normal olmayan düşkünlüğü de var. Alışverişe, gezmeye, arkadaşa, çarşı, pazar her yere birlikte gidiyoruz.

Dün onu kreşten aldım. Nigar teyzesi, Duva( Doğa)ile birlikte Filiz teyzesinin doğum günü hediyesini almak için Özdilek’e gittik. Hediyemizi seçtikten sonra kadınız ya, başladık kendimize bir şeyler bakmaya. Naz’ın bana benzediğini fark ettim. Gitmişl kedi reyonuna kıyafet bakıyor. Çok güldüm. Askıları tek tek kaldırıp bakıyor. En son bir bikini alıp gelmiş.

“Anne ben bunu istiyorum” dedi

“Ama senin çok bikinin var Naz” dedim.

“ Ama seninde çok kıyafetin var. Sen kendine alıyorsun” dedi.

Hııık oldum tabi. Suratını asınca dayanamadım peki dedim. Çok sevindi. Çünkü bende kendime bi şey alamadığımda eminim aynı duyguları hissediyorum.

Asıl anlatmak istediğim:

Özdilek te dolaşmaya devam ederken, bir çift az ötemizde bakınıyorlardı. Erkek olan hapşurdu. Naz:

“Anne çok yaşa diyeyim mi?” Diye sordu

“Hayır. Biz onları tanımıyoruz ki” dedim.

Sonra da çok pişman oldum. Anlık toparlandıktan sonra:

“ Eğer demek istiyorsan diyebilirsin annecim. Evet, haklısın hapşıran kişiye çok yaşa denir. Az önce ben sana yanlış bir şey söyledim. Tanımadığın insanlara da çok yaşa diyebilirsin” dedim.

Sonuç: Naz “çok yaşa” demedi.

Sonra da düşündüm. Birkaç gün öncede ben spor yaparken bir bayan ona çubuk kraker vermek istemiş. Bizimki almamış. Ama Duva almış. Koşa koşa geldi yanıma:

“ Anne Duva yabancı birisinden çubuk kraker aldı. Bende çubuk krakerleri döktüm” dedi.

Baktım yerler kraker dolu. Utandım.

“ Ama teyze çok üzülmüştür Naz neden döktün? “ dedim

“Ama biz o teyzeyi tanımıyoruz ki. Yabancılardan bir şey alınmaz” dedi.

Hata mı ediyoruz bilemedim. Bu kadar güvensiz yetiştiriyoruz çocukları. Bunları aşılıyoruz onlara. İnsanlara karşı çevreye karşı uzak ve soğuk bir şekilde büyütüyoruz. Sonra da oturup üzülüyoruz.

Kimse kimseye bir günaydın demiyor, selam vermiyor, tebessüm etmiyor diye.

Kendilerine zarar gelmesi diye korumacı bir yaklaşım sergiliyoruz mutlaka. Ama bunun sınırı ne olmalı, sanırım pratikte bunu ayarlayamıyoruz.

9 Nisan 2010 Cuma

Bahar Temalı Şiir Dinletisi…



Oğlum Can’ın dün akşam şiir dinletileri vardı. Keyifli ama benim için bir o kadar da yorucu bir akşamdı. Söylemesi ayıp sınıf annesiyim de ben… Günlerdir bu gece organizasyonuyla uğraşıyorum. Sahne tasarımı ve hazırlıkları, palyaço bulunması, ikramların siparişleri ve son olarak ta bu hazırlık aşamalarının dün akşama uyarlanması.

Akşam 19.00’da başlayacak olan gece benim için 16.00’da başladı. Naz’ı kreşten al, eve gel, üst baş değiştir, Can’ı da al, tekrar çık yola, Palyaço ablamızı okuldan al, evine götür kıyafetini giydir. Sonra hep beraber okula git, Sınıfı öğretmenimizle birlikte temizle. ( Maalesef devlet okullarında temizlik olayı öğretmen ve velilerin üstünde. Hafta da bir bayan gelip dışardan temizletiyoruz ama bir günde batıyor gene) . Masa sandalyelerin hazırlanması yiyecek, içeceklerin yerleştirilmesi. Dinletiden sonra sınıfımızda açık büfe şeklinde ikramlar sunulacaktı.

Sonra okulun konferans salonunun sahnesinin hazırlanması ile birlikte benim pilim bitmişti. Naz acıkır, ortamı yabancılar ve sürekli ağlar durumda. Çünkü o kadar kalabalıkta herkesle ilgilenip bir tek onunla ve oğlumla ilgilenememiştim. Can’ın kendi sınıf arkadaşları olduğundan o çok etkilenmedi bu durumdan ama Naz sürekli ağladı ve beni de çok bunalttı. Babamızın şehir dışında olması nedeniyle geceye katılamaması da ayrıca üzdü ve yordu beni. Sanırım herkes memnun kaldı.

Oğlum çok güzel okudu şiirini. En son okumasına rağmen – dikkatlerin dağıldığı, uğultunun arttığı anda – tüm dikkatleri çekmeyi başardı. Çok coşkulu bir şekilde okudu. En çok alkışı o aldı. Annelik duygularımla bakmıyorum olaya gerçekten. Çünkü provalardan da biliyorum duruşu, tarzı ses tonu ile beraber gayet başarılıydı.

Gecenin sonunda herkes yedi kaçtı. Sonra sahnenin bozulması, sınıfın toparlanması ve tekrar temizlenmesi, ayakta topuklu ayakkabılarla nasıl olur düşünün artık.

Naz ve Can:

“Anne biz niye gitmiyoruz? Herkes gitti.”

“Anne, siz hizmetçi misiniz?”

Söylendiler…

Ve gecenin sonunda eve gittim gerisini hatırlamıyorum. Sızmışım…

7 Nisan 2010 Çarşamba










Ağlamak ta Sevginin Göstergesidir

Bugünlerde Naz da, Can da “ beni sevmiyorsun” takıntısı başladı. Nedeni ne anlamıyorum. Ya duygu sömürüsü yapıyorlar ya da bir şeyler buna neden oldu. Sürekli “sizi seviyorum” u ispat çabasındayım. Naz küser gider sen beni sevmiyorsun diyerek. Evet, istedikleri yerine getirilmeyince hemen “sen beni sevmiyorsun” diyorlar.

Dün Can:

“Ben seni okulda beklerken hep ağlıyorum. Çünkü seni çok özlüyorum. Ama sen hiç benim için ağlamıyorsun. Demek ki beni sevmiyorsun”

Şimdi ona onun için nasıl ağladığımı, ne zaman ağladığımı nasıl anlatayım?

  • Doğduğunda kucağıma verdikleri ilk anda,
  • Senin bebekken nedenini anlayamadığım ağlamalarında,
  • Bebekliğinde masumca uyurken, seni her izlediğimde
  • Sen hastalandığında, ateşin çıktığında,
  • Seni ilk kreşe vermek zorunda kaldığımda aylarca süren vicdan azabında
  • Kardeşine hamile olduğumu öğrendiğimde ve bunu takip eden 9 ay boyunca sana ihanet edeceğim düşüncesiyle,
  • Seni parkta dışladıklarında, seninle alay ettiklerinde
  • Arkadaşlarınla kavgaların sırasında
  • İlkokula başladığında zorlandığını gördükçe
  • ……
  • .....
  • Sen her oyuncak ya da başka bir şey isteyip bu isteğini mantıken yerine getirmediğimde de

Ağladım...

Ama sen hiç ağladığımı görmedin oğlum. Evet, ağlamak ta sevginin göstergesidir haklısın.

Herkesin Ağlayası varmış:

Dün gece evimizde harp vardı resmen. Babamız Antalya’da, oradan da İzmir, bu hafta yok yani. Valla bende istiyorum artık. Birkaç gün yalnız başıma bir yerlere kaçmak, kafa dinlemek. Çünkü ben gittiğim ger geziye çocuklarımı da götürdüğüm için bu tür geziler bana daha da yorucu oluyor. Tek gitmek istiyorum. Hele şu bahar günleri acayip bir kültür gezileri organizasyonuna itiyor. Zor duruyorum.

Neyse çok uzatmayayım. Dün akşam Can yine ders konusunda itiraz etme modundaydı. Çocuğa ders çalıştıramıyorum ya. Her şeye itiraz ediyor. Hele okuma konusunda yakında deliririm herhalde. Bağırış çağırış sırasında Naz da ayakaltında dolanırken, abisinin tokadından nasibini aldı. Fonda ben ciyak ciyak, Can ağlar, Naz ağlar… O sırada babamızdan gelen telefon tüm bu ses terörünün artmasına neden oldu. Naz babasına abisini şikâyet ederken ağlaması daha da arttı. ( Babaya duygu sömürüsü yapacak ya) Can da hem ağlayıp hem de beni şikâyet etti. Babamız tahmin ettiği için evin halini çok fazla bir tepki göstermedi, hatta onlara ağladıkları için fırça bile attı. En son da ben konuşurken dayanamadım ben başladım ağlamaya. Bu sefer ben ağlıyorum diye özellikle Can bastı gene yaygarayı. Bana üzülmüş, ben ağlıyorum diye. Çünkü ben babasına dertlenirken konuşmalarımı duymuş, üzülmüş. Bu sefer ben onların ağlamalarına dayanamadım sildim gözyaşlarımı, ders faslını da kapattım. Doğruca mutfağa gittik hep beraber. Bir süre sonra baktım Can kitabını almış okuyor.

“Akıllı oğlum, tüm bunlar olmadan neden okumuyorsun” diyecektim. Sustum. Görmemezlikten geldim. Gözüme sokarcasına okumasına devam etti.

1 Nisan 2010 Perşembe

1 Nisan Şakası…



Sanıyorum çevremdeki en büyük sazan benim. Saf hatta s… düzeyindeki herkese inanmam, bir kere daha kanıtlanmış oldu. İş yerinde en yakın arkadaşlarım bana Nisan 1 Şakası yaptılar. Hayatımda yapılan bence ve hatırladığım kadarıyla en kâbus gibi şaka buydu sanırım.

Hani “lütfen rüya olsun” dediğim anlardan biriydi gerçekten. Sonradan diğer arkadaşlarıma anlatırken bile ağladım yani. Şakayı yaptılar, ben safım ya hiç düşünemiyorum, Nisan 1 olduğunu. İnandım ve başladım ağlamaya… Başımın sol tarafını falan hiç ama hiç hissetmedim. Şakayı anlatmayacağım ama. Olabilirliliği yüksek bir şaka. Her an olabilir, yaşanabilir gerçekte hayatta. Bu yüzden zaten inandırıcı oldu. Senaryo Alev ‘e ait. Ama diğer oyuncular da çok iyiydiler.

Beni çok iyi tanıdıkları için, kaba bir deyimle, bu şaka “cuk oturdu” yani. Her daim bana küçük küçük akıllar veren değerli arkadaşlarım, daha önceden uyardıkları bir konuda yaptıkları şakayla, gene bana iyi bir ders verdiler. İyi niyetli olduklarını, benim iyiliğim için yaptıklarını biliyorum. Bir nusubet bin nasihatten iyidir atasözüne de çok uydu bugünkü şaka.

Sizi seviyorum canım arkadaşlarım. Her zaman hayatımda kalmanız dileğimle bu yazımı da size yazıyorum…

Related Posts with Thumbnails